Öyle satırlarca süren, afili
sözcüklerle bezeli cümleleri yok Barış Bıçakçı’nın. Anlatmak istedikleri için
abartılı benzetmelerin yoluna sapmıyor. Belki de anlatımının en vurucu
özelliğini bu sayede kazanıyor. Okuru en çok duyguların bu kadar doğrudan karşısına
dikilmesi şaşırtıyor. Gösterişten uzak; ama bir o kadar net ve gerçek diziliyor
hisler karşınıza. Siz de her bir sayfayla kendinizden bir parça daha
veriyorsunuz kitaba. Satırlar sizi içine çekiyor.
150 sayfaya varmayan bir roman; ama
siz o sayfaların içinde Başakla birlikte dünyadan vazgeçiyorsunuz, avucunuzun
içinde bir gök erik var sanki. Abidin’in şehirden uzakta diri tutmaya çalıştığı
huzuruna ortak oluyorsunuz. Çünkü hepimiz kısmen ya da tamamen “çocukken
saplanan bir ağrı yüzünden iki büklüm olan, kıvranan insanlar"ız. Ve
yine hepimiz biliyoruz ki: “ Hayat devam eder. Bazı çiçekler susuzluğa
ve unutulmaya dayanır. Hayat her zaman devam eder.” İşte bu yüzden
Barış Bıçakçı’nın cümleleri insana dair ne varsa hepsinin buluşma yeri.
Irmağın üzerinde geniş kanatlarıyla
süzülen balıkçılların korkusuyla ırmakta yüzen balıkların bir an için pul pul
olduğunu hayal edebilecek kadar, her şeyi insana özgülemek bencilliğinden uzak
bir zihin var karşımızda ve bize “ İnsanlık tarihinin en başında
yazılması, yazı yok muydu çizilmesi, bağırılması gereken” cümlelerin
varlığını hatırlatıyor. Okuruna bu cümleleri anlamak ve anlatmak cesareti
veriyor. Deneriz diye düşünüyorsunuz siz de deneriz ve en kötü ihtimalle “bir
süre yere paralel gittikten sonra onlara anlayamayacakları şeyler anlattım.” deriz
ya da “bir iki cılız denemeden sonra vazgeçtiğimizi itiraf edemeden
vazgeçeriz.”
O her ne kadar romanında
karakterinin “gerçeğin kuru sesiyle” konuştuğundan bahsetse
de, Barış Bıçakçı’nın satırlarındaki gerçeklik kuruluktan çok uzak. Uzak
olmaktan çok, yakın. İnsana tam olarak tanımlayamadığı bir güven hissi aşılıyor.
“Çünkü artık burada, bu dünyada her
şey parçalar halinde ve her bir parça diğerinin yerine geçebiliyor.
Yadırgamıyoruz. Çıldırmamız gerek ama yadırgamıyoruz.” diyor
yazar. Oysa yadırgamayan kalabalığın içinde olduğunuzu bilmenize rağmen
tedirgin etmiyor bu tespit sizi. Ilıktan biraz soğuk bir avuç suyla yüzünüzü
yıkamışsınız gibi bir ferahlık veriyor içinize. Bir sabah uyansak ve Barış
Bıçakçı’nın kitaplarından bir kaç sayfa yaşasak diye düşünüyorsunuz siz de. O
kadar sade, o kadar dürüst olsa hayat bir günlüğüne.